Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İlim ehli arasında meşhur ve sahih haberlerde kayıtlı olduğuna göre Hz. Ebu Bekir, gece namaz kıldığı zaman Kur'ân'ı alçak sesle okurdu. Hz. Ömer ise namaz kılarken yüksek sesle Kur'ân okurdu. Peygamber (s.a.), Ebu Bekir'e sordu: Neden alçak sesle (hafiyen) okuyorsun? Şöyle cevap verdi: Kendisine münacaatta bulunduğum zatı dinliyorum, ondan anlıyorum ki, O bana uzak değildir, O'nun işitmesine göre alçak sesle yüksek ses birdir. Hz. Peygamber, aynı konuda Hz. Ömer'e de soru sordu. Hz. Ömer: Uyuyanı uyandırmak ve şeytanı kovmak için böyle okuyorum, dedi. Bu, yani Hz. Ömer mücahedeye, o ise müşahedeye işaret etmişlerdir. Müşahede makamına göre mücahede makamı denize göre bir damla gibidir. Bundan dolayıdır ki, Peygamber (s.a.), Hz. Ömer'e: "Sen, Ebu Bekir'in sevaplarından bir sevap olmaktan başka bir şey değilsin", demişti. Kendisi sayesinde İslâm'ın izzet bulduğu Ömer, Ebu Bekir'in iyiliklerinden bir iyilik olunca: "dikkat et, (onun yanında) âlemdekiler nasıl kalır?"
Hz Muhammed'e hakikat nazarıyla bakanlar açısından O'nun vefat etmiş olmasıyla yaşıyor olması arasında fark yoktur
Reklam
Sûfilerin elbiseleri ekseriya "mavi renktedir" sözünün diğer bir mânası da şudur: (Fırsatı kaçıranların), ölüsü olanların ve başına musibet gelenlerin şiârı, dertlilerin elbisesi mavi kıyafettir. Dünya; felaketler ülkesi, musibetler harabesi, gam sahrası, hicranda kalanların ızdırap yeri ve bela kalesidir. Müridler ve irade sahipleri, gönüllerinin muradının dünyada hasıl olmayacağını gördükleri için mavi giyinmişler ve vuslatın matemi olan yerde oturmuşlardır.
Cüneyd (ra.) sekiz Peygamber'e (a.s.) tabi olarak tasavvuffin temeli sekiz haslettir, diyor. 1- Sûfi sehâ (ve cömertlikte) İbrahim'e tabi olur. Çünkü O, cömertlik konusunda oğlunu kurban edecek bir dereceye ulaşmıştır. 2- Rızada İsmail'e uyar. Zira Allah'ın emrine rıza göstererek, aziz canını feda etmeye hazır olduğunu söylemişti. 3- Sabr hususunda Eyyûb'a uyar. Çünkü O, yaralarının kurtlanması belasına sabretmişti. 4- İşarette Zekeriya'ya uyar. Çünkü Hakk Taâlâ O'nun için: "Rabbına gizli bir nida ile niyazda bulunduğu zaman..." (Meryem, 19/3), buyurmuştur. 5- Gurbette Yahya'ya tabi olur. Çünkü o vatanında garip (ve yalnız) idi, kavmi arasında kavminden garip idi. 6- Seyahatta (ve gezgincilikte) İsa'ya tabi olur. Çünkü O, her şeyden tecerrüd ederek seyahat ederdi, o derecede ki, bir bardak (tas)la bir taraktan başka bir şeye sahip olmazdı. Bir şahsın, avuçları ile su içtiğini gördüğü zaman bardağını atmış, diğer bir şahsın parmakları ile saçlarını düzelttiğine şahit olunca da tarağını fırlatmıştı. 7- Sûf ve yün giyme de Musa'ya tabi olur. Zira O'nun bütün elbiseleri sûf idi. 8- Fakrda Muhammed'e (s.a.v) tabi olur. Aziz ve Celil olan Allah, yeryüzündeki bütün hazinelerin anahtarlarını ona göndererek, "Kendini sıkıntıya sokma, bu hazinelerden güzel güzel faydalan", dediği halde o şöyle demişti: "İstemem ya ilâhî, beni bir gün doyur, iki gün aç bırak".
Sıfatından fani olup sevgilisinin sıfatı ile baki olan herkes, sevgilinin ta kendisi olur.
Reklam
Gönlünü fani olan bir şeye bağlayan bilsin ki, fani fenâ bulur, onun bütün çabaları boşa gider. Ruhunu, baki olanın huzuruna gönderen ve ulaştıran, nefs fani olunca da bekâ ile bâki olur.
Zira safanın bir aslı ve kökü, bir de fer'i ve dalı vardır. Safanın aslı, kalbin agyar ve yabancılardan ayrılmasıdır. Fer'i ise gaddâr dünyadan eli boş olmasıdır. Bu ikisi, Sıddîk-i Ekber (en büyük sıddîk) Ebu Bekir Abdullah b. Ebu Kuhafe'nin (r.a.) sıfatıdır. Çünkü bu taifenin imamı ve önderi o idi. Kalbi, ağyardan ayrılmış durumda olduğu için, Peygamber en yüce huzura ve saf makama göçtüğü vakit, bütün sahabenin kalpleri kırıldığı halde onun kalbi ağyardan ayrı bir halde idi. Hz. Ömer, kılıcını sıyırarak, "Kim Muhammed öldü, derse başını keserim" dediği zaman, Sıddîk-i Ekber ortaya çıkmış ve şöyle haykırmıştı: "Dikkat! Kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki, artık o ölmüştür. Kim Muhammed'in Rabbı'na tapıyorsa, bilsin ki, O Hayy'dır, ölümsüzdür" Ebu Bekir daha sonra: "Muhammed sadece bir peygamberdir, ondan evvel de peygamberler gelip geçmişti. Şayet o ölür veya öldürülürse, siz gerisin geri mi döneceksiniz?" (Al-i İmran, 3/144) mealindeki ayeti okumuştu.
(Övülen) fakr kalpte agyarın bulunmamasıdır, (yerilen) gına ise kalbin ağyar ile meşgul olmasıdır. Kalpte ondan başkası bulunmazsa fakr gınadan daha iyi olur, ne de gına fakrdan daha iyi olur.
Üstad Ebu Kasım Kuşeyrî’nin (r.a.) şöyle dediğini işitmiştim: “Halktan her biri fakr ve gına hususunda konuştu. Herkes kendisi için bir şey seçti. Ben ise Hakk’ın benim için seçtiğini ve içinde muhafaza ettigi şeyi seçiyorum. Eğer Allah beni gani kılarsa gaflet ve (dinin icaplarını) terk hali içinde olmam, şayet fakir kılarsa haris ve (Allah’ın emrinden) yüz çeviren bir kişi olmam”.
125 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.